Demavend Tırmanışı 1998
Hiçbir sorun yokmuş gibi görünüyordu. Dağın son metrelerine yaklaşıyordum. Artık beni hiçbir şey engelleyemezdi. Zirveye kesinlikle çıkacaktım. Yavaş emin adımlarla mutlu sona yaklaşıyorum.
Önümde sadece bir dönemeç kaldı.
Tırmanıyorum.
Dönemeci geçiyorum ve karşımdaki manzara beni hayrete düşürüyor. Önümde hiç tanımadığım koskocaman bir kasaba ve arkasında bütün ihtişamıyla Demavend Dağı.
Ancak vazgeçmiyorum. İtalyan Kasabaları’nın parke taşlarından yapılmış uzun bir caddeden Demavend’in eteğine ulaşıyorum. Ve büyük bir azimle yeniden tırmanmaya başlıyorum.
Yaşadığım şeyler o kadar gerçek ki, garip bir sezgiyle rüyada olduğumu hissetmeme rağmen bunu reddediyor ve zirveye çıkmak için büyük bir istek duyuyorum. Bacak kaslarım ağrıyor. Başım çatlayacak gibi. Son metrelere ulaşmayı başarıyorum. Yine sadece bir dönemeç kaldı. Yükseliyorum, dönemeci geçiyorum. Gördüğüm manzara karşısında sıktığım dişlerim sanki kırılacak gibi. İtalyan Kasabaları’nın parke yollarına benzer uzun bir cadde ve arkasında tüm ihtişamıyla Demavend Dağı.
Her gece gördüğüm bu rüyalar artık kabus şeklini almıştı. Bu sorunu dağda hallettiğimi sanıyordum. Kafamda hala bunu problem etmeyi kendime yakıştıramıyordum bir türlü.
Rahat dönmüştüm İran’dan. Zirveye metreler kala geri dönmem konusunda hiçbir rahatsızlığım yoktu. Aptalca hırslara kapılıp devam etmemiş ve kaza geçirmemiştim.
Şehirdeki arkadaşlarımda benim gibi düşünüyordu. İlk yüksek irtifa deneyimimde 5500 metre’nin üzerine çıktığım, bu işe girişmemizin bile büyük bir başarı olduğu, beni zirveye çıkmış kabul ettikleri, arkadaşlarımın nazik ve dostça görüşleriydi.
Haftalar geçtikçe nedenini bir türlü çözemediğim tedirginlik, yerini bu rahatsız edici rüyalara bıraktığında, hayatımda ilk kez başıma gelen bu psikolojik baskıyla nasıl baş edebileceğimi düşünmeye başlamıştım.
İnsan herkesce söylenen ve bilinen gerçekleri bazen kabullenemiyor. Zirvenin önemsiz bir ayrıntı olduğu, insanın zirve sürecinde kendini yaşaması ve bulması gerektiği bana öğretilen ve benimde öğrettiğim genel dağcılık felsefesinin bilinen kuralları. Ancak şu an bilinen değil, kafama yerleşmiş bilinmeyen ve görünmeyen bir şeyle savaşıyorum. Onu bulmanın ve yok etmenin yolu sadece düşünmekten geçmiyor.
Benim Demavend’e geri dönmem gerekiyor.
7000 metrelik Peak Lenin’e tek başıma tırmanmaya çalışmam, Peak Petrowski’ye yaptığım çılgınca solo tırmanışın inişinde yaşadıklarım ve yaptığım ekspedisyon dağcılığı hatalarından yeteri kadar ders almıştım.
Bu kez tek başıma değil arkadaşlarımla tırmanışa gitmeye karar verdim. Liderliğini yaptığım ekipte, gerek kondisyonu, gerek cesaret gerektiren tırmanışlara katılmadaki kararlılığı ile kulüpte yıldızı parlayan Cenk Sağman, Teknik Kurul Başkanı Ümit Arpacıoğlu, Türk dağcılığında önemli yerlere geleceğine inandığım Savaş Ekinci ve en güvendiğim dostlarımdan biri olan Dr. Tunç Tiryaki’den oluşan 5 kişilik bir ekiple Tahran uçağındaki koltuklarımıza oturup Demavend yolculuğumuna başlıyoruz..
TAHRAN VE TIRMANIŞ HAZIRLIKLARI
Havaalanında karşılaştığımız gümrük işlemleri tıpkı geçen seneki gibi. Ama benim hiç tedirginliğim yok. Gümrükten nispeten daha rahat geçmenin yolunu geçen seneden öğrenmiştim.
Dağcı olduğumuzu söyleyip çantalarımızı gösterdiğimizde yine bizi aramadan ve zorluk çıkarmadan arama noktasından geçiriyorlar.
Birkaç dakika sonra Tahran sokaklarında geçen yıl kaldığımız Naderi Oteli bulmaya çalışıyoruz. Ancak Türk Konsolosluğu’nun bulunduğu Cumhuri Caddesi üzerindeki Naderi Otel ağzına kadar dolu. Bu yüzden rotamızı biraz daha pahalı ancak daha kaliteli Omid Otel’e çeviriyoruz. İran’ın resmi para birimi riyal. Tümen ise halkın kullandığı para birimi. Tümen, riyalin bir sıfır atılmış şekli ve üzerinde tümen yazan hiçbir para birimi yok. Bu yöntem İran’daki enflasyonu psikolojik olarak azaltmanın bir yolu olarak düşünülmüş. (100 dolar = 73000 tümen, 1 gecelik otel ücreti 9000 tümen)
İran gecelerinde yapabileceğiniz çok az şey var. Eğer sizi ev partilerine davet edecek İran’lı üniversite öğrencisi arkadaşınız yoksa birkaç çay bahçesinde oturmak dışında yapılacak tek şey erkenden yatmak.
Şehrin kuzeyindeki Cemşidiye parkı gece yemek yiyip zaman geçirilecek en iyi mekan. Park, Tahrana tepeden bakıyor ve müstakil evlerde sadece İran değil tüm Orta Doğu mutfağını tatmanız mümkün.
Zaman kaybetmeden tırmanış organizasyonlarına girişiyoruz. Ertesi sabah tırmanışın ilk durağı Reine Köyü’ne gidecek bir otobüs bulmak için Tahran’ın Batı terminaline gidiyoruz. Terminalde tanıştığımız iki taksi şoförü bizi uygun fiyata Reine köyüne götürebileceğini söylüyor. Biz de bu cazip teklifi kabul edip sabah erken saatte bizi otelimizin yanından almalarını söylüyor ve Tahran’da turlamaya başlıyoruz.
Şu anda ekipteki en önemli problem bademciklerimin davul gibi şişmesi. Tunç devamlı pastil ve C vitamini almamı söylüyor. Ancak yaptığım hiçbir şey boğazımı düzeltmiyor.
DEMAVEND’E HAREKET VE REINE KÖYÜ
Sabah erkenden Omid Otel’in açık büfesinde muhteşem bir kahvaltı yapıyor ve bizi bekleyen iki taksiye binip Tahran sınırlarının dışına çıkıyoruz.
Tahran-Reine arası ne bir ağacın nede doğru dürüst yerleşimin olduğu tam bir çöl yolu. Sadece birkaç küçük kasabadan geçiyorsunuz ve görebildiğimiz kadarıyla kasaba sakinleri zamanlarını “tüm gün siesta” yaparak geçiriyorlar. Zaten iki yıldır ziyaret ettiğim İran insanlarının geçim kaygısı ve sıkıntısı bulunmuyor.
Dört saatlik bir yolculuğun ardından iki araba her daim bomboş olan Reine Köyü’ne ulaşıyoruz. Normalde Tahran-Reine arasından rahatlıkla görülen Demavend’i arkadaşlarıma bir türlü gösteremedim. Çünkü hava son derece kötü. Dağın etekleri geçen seneden farklı olarak karla kaplı. Sanırım bu mevsim Demavend’e kış biraz erken gelmiş. Bu da işimizi biraz zorlaştıracak.
Reine Köyü’nde geçen seneden tanıştığımız dağ rehberi Mesut’la yeniden karşılaşıyorum. Sempatik kişiliği ve komik İngilizcesi ile geçen seneki tırmanışta bize çok yardımcı olan Mesut’da 1 senede pek bir değişiklik yok. İşleri daha iyi gibi ve sevimli kızı Faizi 1 yaş daha büyümüş. Mesut bizi 3000 metreye çıkaracak jeep’i hemen ayarlıyor. Zaten rehberlik, taşıma, pansiyonculuk ve gıda tamamen Mesut’un ailesinin elinde. Aslında Mesut ve ailesi sevimli bir Demavend mafyası.
Şehir kıyafetlerimizi çıkarıp, polarlarımızı giydikten ve çantalarımızı hazırladıktan hemen sonra yola koyuluyoruz. Jeep’in şöförü Mesut’un eniştesi. Yaklaşık yarım saat sonra 3000 metredeki Gussfan-Sarra’ya ulaşıyoruz. Geçen seneden farklı olarak bu kampta su var. Barınaktan içeri giriyor ve dinlenmeye başlıyoruz. Yemeklerimizi her şeyin yolunda gittiği düşüncesiyle rahat ve neşeli bir şekilde hazırlayıp yiyoruz.
4200 METREDEKİ BARGAH SEVVUM KAMPINA TIRMANIŞ
Sabah erkenden uyanıp sıkı bir kahvaltı yapıyor ve dağa doğru adımlarımızı atmaya başlıyoruz. bir yıl önce sırtımı döndüğüm Demavend tam karşımda. İlk bölümleri ağır bir tempoda oldukça problemsiz bir şekilde geçiyoruz.
4 saatte 4200 metredeki Bargah-Sevvum göründüğünde hemen hemen herkesin durumu çok iyi. Son metreleri yürüyüp ağır çantalarımızı barınağın önüne bırakıyoruz. Ancak önceden hesap etmediğim bir şey var. Bugün Perşembe ve İranlıların tatil günü. Bu nedenle dağda gözle görünür bir kalabalık var. Barınağın içi ise tıka basa dolu. Ranzalarda yer bulamadığımızdan yerlere matlarımızı seriyoruz. Dışarıda ise İranlılar mangal yapıyorlar ve büyük bir nezaketle bize de ikram ediyorlar. 4200 metrede tavuk şiş yemek oldukça ilginç. Ama asıl ilginç olan onca tavuk şişin ve kocaman mangalın 4200 metreye nasıl çıktığı.
İranlı dağcılar arasında iki tane kadın var. Tabii ki tepeden tırnağa kapalılar. Ancak içlerinden biri oldukça genç ve sempatik. Akşamüstü Tunç bir kayanın üzerinde Trevannian’ın Şibumi adlı kitabını bitirmeye çalışıyor. Cenk ve Ümit manzarayı seyrediyorlar. Ben de onların fotoğrafını çekiyorum.
Hava karardığında herkes barınağa doluşuyor. Biz de bir köşede akşam yemeği hazırlıkları yapıyoruz. Ekiptekilerin çoğunun iştahı yok. Sadece ben ve Savaş yaptığımız bulguru bitirebiliyoruz.
İranlılar tırmanışa geceyarısı 1.00’de uyanıp başlayacak. Biz biraz daha dinlenip 3.00’te tırmanışa başlayacağız. Kafa lambaları sönüp herkes uyumaya ben uyuyamamaya başladığımda saat 20.00’yi gösteriyor. En köşede yerde yatıyorum. Tepemde sıkışık ranzaların kenarında yatmakta olan iki İranlı var. Biri fena halde hasta ve yaklaşık 90 kilo ağırlığında. Her hapşırdığında aşağı düşecek gibi oluyor. Eğer düşerse bu tırmanışı değil dağcılık hayatımı unutabilirim.
Saat 21.00 gibi kaktım ve hasta İranlı dağcıyı da kaldırıp, “üstüme düşmesin diye” ona en etkili ilaçlardan verip tedaviye başladım. Hatta üstünü örtüp benden ters tarafa itekledim. İlaçların etkisiyle rahat bir uykuya dalan İranlı bir süre sonra horlamaya başladı. Ve sürüden ayrılan koyunun peşinden giden koyunlar gibi bütün İranlılar onu takip etti.
Saat 24.00 olduğunda daha gözümü yummamıştım bile. 1 saat sonra İranlılar kalkıp büyük bir gürültüyle hazırlıklara başlayıp 2.00 gibi tırmanışa geçtiler. Ben son 1 saatte de uyuyamayıp saat 3.00’te tüm ekibi kaldırdım. 1 dakika bile uyumadan nasıl tırmanışı yapacağımı düşünerek kahvaltıyı hazırlamaya başladım.
ZİRVE YOLU
Zar zor bir şeyler yedikten sonra saat 3.30 gibi tırmanışı başlıyoruz. Önde ben arkamda Tunç, Savaş, Ümit ve en arkada Cenk Sağman yavaş adımlarla 4200 kampından uzaklaşıyoruz. Beklediğim gibi ilk sorun 4300 metrede Savaş’tan geliyor. Devamlı midesi bulanan Savaş istifra ediyor. Hiçbir tepki vermeden 100 metre aşağıdaki kampa inmesini söylüyorum. O da fazla itiraz etmiyor. Çünkü kendini gerçektende kötü hissediyor.
İlk firemizi verdikten sonra tırmanışa yavaş bir tempoyla devam ediyoruz. Ekiptekilerin uyumu ve kondisyonu beni çok şaşırtıyor. Özellikle Ümit kelimenin tam anlamıyla çok formda. Bu kadar kendini bilen ve uyumlu olduğunu bilmiyordum doğrusu. 5000 metreye yaklaştığımızda Tunç geride kalmaya başladı. Hava açık olmasına rağmen zirve bir türlü görünmüyor. Dik yamacın kenarındaki büyük bir kayanın yanına oturup bekliyorum. En son Tunç mola yerine ulaşıyor. İlk defa çıktığı bu irtifada oldukça halsiz. Bir ara kazmasını kara sapladı ve birkaç dakika hareket etmeden öylece kaldı. Seslenmeme rağmen cevap vermemesi beni korkuttu doğrusu. Tam yanına inecekken başını kaldırdı ve hiçbir şey yokmuş gibi tırmanışa devam etti. Ancak 5050 metrede iyice yorulan Tunç geri dönmek istediğini söyledi. Onun tek başına izlerden kampa kadar inebileceğine inanıyorum. Zaten Tunç’a olan güvenin tam.
Tunç geri döndükten sonra 3 kişi kalıyoruz. Cenk Sağman artık arkada değil. Önde ben, arkamda Cenk Sağman ve Ümit gayet iyi bir yükseliyoruz. Bu sefer de Ümit geri kalıyor. Ama beni asıl endişelendiren bizden 2 saat önce tırmanışa başlayan İranlıların geri dönmemesi. Bu bana zirvenin çok daha uzakta olabileceğini düşündürüyor.
Cenk Sağman ve Ümit çok yoruldular. Geçen seneki tırmanışı bulutların içinde yaptığım için açık havada şu an bulunduğumuz yeri hatırlamıyorum. Uykusuz ve yorgun olmama rağmen geçen seneye göre tempom çok daha iyi. Tek problem Cenk Sağman ve Ümitle aramızın çok açılması. Cenk’in temposu nispeten daha iyi. Ancak Ümit geride kalıyor.
Mola verdiğimiz bir sırada İranlılar çok uzakta görülüyor. Onları beklemeye karar veriyor ve bu sırada bol bol sıvı alıyoruz. Yanımıza geldiklerinde oldukça yorgun görünüyorlar. Ekip zirveye ulaşmayı başarmış. Bayan dağcılardan sadece biri (sevimli olan) zirveye çıkabilmiş. Adını bile bilmediğim genç kız yanıma geliyor ve zirveye daha çok yol olduğunu söylüyor. Diğer İranlılar, daha 4900 metrede olduğumuzu söyleyince hepimiz şok geçiriyoruz. Söyledikleri doğruysa daha zirveye 750 metre var. Bize şans dileyip inişe devam ediyorlar.
Zirveye daha çok yol olduğunu duyan Ümit ve Cenk Sağman’ın moralleri iyice bozuldu. Cenk, Ümit’ten daha iyi durumda ama tüm enerjisini harcadığını söylüyor. Ve sonunda dönmeye karar veriyorlar. Ümit geri döndüğü için çok üzgün.
Artık kabuslarımdaki gibi yanlızım. Bu kadar çok yolu nasıl çıkacağımı düşünüyorum. Ancak sonuna kadar zorlamaya kararlıyım.
Hiçbir şey düşünmemeye çalışarak yavaş yavaş yükseliyorum. Karşıma çıkan kayalık bölgeden temkinli bir şekilde tırmanıyorum. Kayalık bölgeyi rahat bir tempoyla geçtikten sonra karşıma Demavend’in ana kütlesi çıkıyor. Ana kütledeki en önemli problem kükürt sorunu. Bulunduğum yerden kükürt çıkışlarını rahatlıkla görebiliyorum ve oradan geçeceğime inanamıyorum. Aşağıda karşılaştığımız İranlıların söylediği doğruysa zirveye daha bir hayli yol var ve artık yorulmaya başladım. Bulduğum düzlüğün altında küçük bir mola veriyorum. Küçük sandviçimden biraz yiyebiliyor ve hemen çıkışa devam ediyorum. Arkamda hızla yükselen 3 İranlı dağcı var ve yavaş yavaş yaklaşıyorlar. Demek bizden sonra da bir ekip yola çıkmış. Bu çok güzel. Böylece gelenlere iniş yapan arkadaşlarımın durumunu sorabilirim.
Yavaş ve güvenli adımlarla kükürtlü bölgeye giriyorum. Tabii ağzımı ve burnumu kapayan maskemle. Rüzgarın esiş yönüne göre kükürt tozlarından kaçıyorum ve hızla yükseliyorum. Bu arada 3 İranlı’dan ikisi bana yetişti ve ben de hızlarına inanamadığımı söyleyerek onlarla tanıştım. (Hızlarının nedenini sonradan anlıyorum. İkisi de 6 ay önce Everest çıkışına katılmış. Zirveye çıkamamışlar ama 8200 metreye kadar yükselebilmişler. Bu da ciddibir başarı) Bana şans dileyip çıkışa devam ediyorlar.
Benim durumum fena değil. Bacaklarım biraz ağrıyor ama genelde iyi sayılırım. Bacaklarım otomatik olarak çalışıyor ve vücudumu kükürt gazından korumak için sağa sola hamleler yapıyorum. Mola vermeden 1.5 saattir kar-buz karışık bir rotadan yükseliyorum.
İranlı grubun 3. üyesiyle aramızda bayağı fark oluşmuş. Son derece ağır ilerliyor. Kükürtlü bölgeyi geçtim ama zirveye giden rotanın yerini kestiremiyorum. Tam bu sırada yukarıdan 1.5 saat önce tanıştığımız İranlılardan biri iniyor. Yanıma gelip durup dururken boynuma sarılıyor. 20 dakika diyor Azeri Türkçesiyle. “20 dakika sonra zirvedesin.” Daha fazla yolum olduğunu düşünürken bu haber İranlı dağcıya daha sıkı sarılmama yol açtı. İşte dağda zirveye çıkma duygusunda daha güçlü bir duygu. Dostluk duygusu.
İranlı dağcıya veda edip eski tempomdan daha hızlı bir şekilde yükseliyorum ve karşımda duran şeyi görünce inanamıyorum. Dönemeç rüyamdakine çok benziyor. Dönemece yaklaşıyor, içine giriyor ve onu geçiyorum.
Ama önümde ne İtalyan Kasabaları’nın parke taşlarından yapılmış yol, nede tüm ihtişamıyla koca bir dağ duruyor. Sonunda İran’ın ve Orta Doğu’nun en yüksek noktasına yani 5671 metreye adımlarımı atıyorum.
Zirveye önce Mimar Sinan Üniversitesi Dağcılık Kulübü’nün bayrağını dikiyor, sonra da birkaç zirve fotoğrafı çekiyorum ve benimle birlikte inmek isteyen İranlı dağcı Mesut’la (İran’da Mesut adı bizdeki Mehmet gibi) birlikte rüyalarımda bile ulaşamadığım, sadece gerçeğine ulaşabildiğim zirveye veda edip inişe geçiyorum.
İnişte tam kükürtlü bölgeyi geçerken çok arkamda kalan İranlı dağcıyı (bu da Mesut) yerde hareketsiz yatarken buluyoruz. Kükürt bölgesini geçerken gaza yakalanmış ve bayılmış. Dağdan son inenler biziz. Eğer çıkışı daha erken yapsaydık en son o kalacak ve burada donup ölecekti. Önce onu kendine getirdik ve mataramda kalan son vişne suyunu Mesut’a içirdim ve yavaş yavaş onu indirmeye başlıyoruz. Sonunda, çıkışımdan tam 10 saat sonra 4200 metredeki Bergah Sevvum’a inebiliyorum. Beni Savaş karşılıyor. Diğerleri yorgunluktan hemen uyumuşlar. Sadece Ümit uyanıp beni tebrik ediyor. Savaş bana koyu ve güzel bir çorba yapıyor. İki bardak içip kendime geliyorum ve hemen tulumuma girip dinlenerek çıkışımın tadını çıkarıyorum.
Sabah hepimiz gayet mutlu bir şekilde uyanıyoruz. Özellikle Cenk Sağman ve Ümit çok mutlu. Ellerinden geleni yaptılar. Onların zirve saplantısı yok. Sevdiklerine bir an önce kavuşmayı ve yaşadıklarını anlatmayı her şeyden çok istiyorlar.
İyi bir kahvaltı yaptıktan sonra hepimiz çantalarımızı topladık ve hazır duruma geldik. Ekibe yarım saat sonra arkadan geleceğimi söylüyorum. Önden Tunç ve Savaş arkadan Cenk Sağman ve Ümit iniyorlar. Ben Bargah-Sevvumda yanlız kalıyorum. Belkide bu Demavend’e ara mevsimde yapılan son tırmanışlardan biriydi. Artık Demavend’e kış geliyor. Köylüler dağın eteklerinden yavaş yavaş ayrılıyorlar. İnsanlar giderken kar ve soğuk geliyor dağlara. Eşyalarımı toparlarken bir sonbahar rüzgarı eşliğinde inişe geçiyorum. Geçen sene inerken ne de farklıydı durum. Mantığım başka şeyler söylüyordu ama çıkamayışıma üzüldüğümü ve bu daha bir daha döneceğimi sadece bilinçaltım biliyordu. Yavaş adımlarla inişe geçerken Demavend bulutlarla örtülüyor. 2 saatlik bir inişle Gussfan-Sara’da bizi bekleyen Jeep’e binip Tahran’a gidiyor ve ülkemize dönme hazırlıklarına başlıyoruz.
(Demavend haritası)